Retrojen Forum
Retrojen Pano => Sohbet => Konuyu başlatan: Adamın Biri - 17 Ağustos 2014, 01:35:35
-
Sadecebirmuze.com'u yıllar süren kış uykusundan uyandırma etkinlikleri çerçevesinde 64'ler'in ilk yazarı Rasim Mingü ile yaptığımız röportajı en sonunda yayınlıyorum. (Geç olsun güç olmasın -- yeni mottom bu :) ) Darısı yayınlanmayan diğer sayısız röportaj ve makalenin başına (amiiin!).
http://www.sadecebirmuze.com/rop/rasimmingu.html (http://www.sadecebirmuze.com/rop/rasimmingu.html)
-
oooo, like yahu :)
Çok güzel bir röportaj olmuş, üzerinde konuşacak bir sürü konu çıkmış. Bu röportajları daha fazla bekletmesen diyorum Deniz :D
- Dergi kapandığında en yüksek tirajı yapıyormuş: derginin kapanması bir gizem!
- Mac'in açılımı "Murat and Carmen" tekrar doğrulanıyor (belki o dönem yazıları beraber hazırlamışlardır, geceleri beraber kalıyorlarmış).
- Rasim Mingü 64'ler'i çıkarıyormuş az kalsın yeniden :D (hem de skate ile birlikte?!)
Mac'in kapak tasarımları hakkında Mingü, "ilk üç sayıyı mahvetmişti" diyor, bu sayılar tam olarak hangileri acaba?
http://www.sadecebirmuze.com/index2.html (http://www.sadecebirmuze.com/index2.html)
Şuradan kontrol edince, sayfaları şu şekilde gruplayabilirim:
1-16 sayılar: birinci dönem açık tonların ağırlıklı olduğu beyaz manşetli kapak
17-18-19 sayılar: Burada bazı problemler var, örneğin 64ler logosunun renkleri çıkmamış. Ama kapakta sonraki sayıların temeli atılmış, mavi çerçeve standardı gelmiş.
20-33: devamlılık içeren kapaklar, tek bir "feature" afiş ile açılıyor.
34-35: jelibon hediyesi sebebiyle paket için yer ayrılmış, fakat mavi çerçeve halen duruyor.
36-39: burada logonun altına sarı bir çizgi çekiliyor, kapak fotografı büyütülmek adına mavi çerçeve terk ediliyor.
40: Bu sayıda kapak nedense yeşil çıkmış, mürekkebin bir tonu basılmamış gibi. Ayırca bu sayı aslında değişimin bir işareti. Manşet olduğu gibi, mavi arka plan ve sarı altlık ile duruyor fakat kapakta lotus'un 3d vektör bir çizimi mevcut. Bundan sonraki sayılarda bu tür bilgisayar grafikleri kullanılmaya başlanıyor.
41-52: Yeni logo, kapakta bir öze dönüş var, artık tek bir "feature" yok, diğer oyunlara ait minik fotograflar sıkıştırılmış durumda. Mümkün oldukça 3D grafikler tercih ediliyor.
Sanırım 40.sayıdan itibaren PC'nin yükselişi gerçekleşiyor, burada bir amiga dergisinin piyasaya ayak uydurma çabalarını mı izliyoruz?
Mingü'nin bahsettiği 3 sayının 17,18 (http://retrojen.org/lib/mag/get.php?i=18&mag=64ler&hash=p) ve 19. sayılar olduğunu tahmin ediyorum.
Son olarak sayı 18'deki "Maceradan Maceraya" bölümündeki Wolfman yazısının üzerindeki Mert Gökkaya imzalı çizimi (sanırım yazıyı Rasim Mingü yazmış), 64ler'in profesyonellik konusundaki görüşümüzü derinleştirmesi açısından paylaşayım dedim:
(https://retrojen.org/pano/proxy.php?request=http%3A%2F%2Fi.imgur.com%2FgSX7ZoP.png&hash=738284f854472a4cbe591cafd3e1a069)
edit:
Sonra biraz daha düşündüm ve enflasyon hesaplayıcısından, temmuz 1992'de 20000 TL'den satılan derginin bugünki ederinin 14.7 TL olduğunu öğrendim.
eğer 7000 adet sattıysa, 7000 x 14.7 = 103.000 TL ediyor. Reklam gelirlerini tahsil edemiyorsa sonunda batmış olabilir, dağıtımı, vergisi, dergi masraflı iş mirim :D
-
Harika bir röportaj olmuş. O dönemle ilgili bir çok yeni bilgi öğrendik.
Ref'in değindiği konular benim de kafama takıldı:
> Derginin kapanışı ile ilgili Rasim Mingü'nün tespiti kısmen doğru, ne tiraj azalışından nede o dönemki ekonomik krizden kapanmış. Abdurrahman Pala'nında belirttiği gibi, dergiyi satan bayi ve bilgisayarcılardan, satılan dergilerin paralarını toplayamamışlar. Peki Abdurrahman Pala bunun olmasını engelleyebilir miydi? Bence imkansız değil ama o dönem için zor. Sonuçta anlaşmanın başında, henüz tahmini gelir bile belli değilken kimseye senet imzalatamazsınız. Aylar geçtikten ve para alamadıktan sonra da senet imzalatamazsınız, adam; "İmzalamıyorum, bir daha da dergi gönderme istersen" diyip geçer. İşin başında her bayi ile sözleşme yapılması gerekiyordu ama Abdurrahman Pala'nın o dönem şirketi bile yokmuş. Şirket kurup, avukatlar, mali müşavirler vb. ile çalışması gerekiyordu ama bunlar da ek maliyet. Bir de şimdi en basit kampanya sitesi bile herkesle sözleşme yaparken, o dönemde Holding gibi kallavi kuruluşlar haricinde kimse bu kadar kurumsal değildi. Nereden baksak zor iş, üstüne bayilerin tüm Türkiye'ye yayılmış olması ve e-posta gibi iletişim araçlarının da olmaması cabası. Sonuçta derginin, birileri haksız yere cebini doldurduğu için kapanmış olması çok üzücü.
> Mac'in açılımı; 'Murat and Carmen' mi?! Hani düğün davetiyelerinin arkasında yazdığı gibi! Şu an, Megadeth / Wake Up Dead'in sözlerini ilk okuduğumdaki gibi şaşkınım. Şu konu, Mac Adventure'dan Gameshow'a, oradan Mavra Board'a kadar yıllarca sayısız ortamda tartışıldı ve bunun da altından bir kız çıktı demek. Bir kız için, 10 küsür yıldır çalıştığı işyerinden tazminatını çöpe atarak ayrılanı, hatta bütün hayatını değiştirip başka şehre bile yerleşenleri gördüğüm için çokta garipsememek gerek herhalde, pandoranın kutusundan beri ele geçirdiler bizi :D
> Rasim Mingü'nün 64'leri yeniden çıkarma projesinden ilginci, Mac'in o dönemki tüm işlerini bunun için bırakmayı göze alarak tamam demiş olması herhalde. İşin daha da ilginci, eğer gerçekleşse Gameshow'a rakip olacaklardı, güzel bir çekişmeyi kaçırmış olduk böylece...
Röportajlar için çok teşekkürler Deniz. Artık Polat Yarışçı'ya da sıra geliyordur herhalde. Ve de tabiiki Mac ile röportaj yaparak bu işten emekli olacağını düşünüyorum, onu da 2050'de okuruz artık ;D
-
Rasim ilk üç sayıyı mahvetmişti derken kapakları değil dergi sayfalarını kastediyor bence. 17, 18 ve 19. sayılar ile MAC'in herhangi bir alakası olamaz, çünkü MAC'in dergiyle tanışması 20. sayının hazırlıkları sırasında olmuş. En azından Abdurrahman Pala'nın anlattığına göre durum buymuş. Ama tabii ki bu bir dergi logsunun renklerinin niye üç ayda tutturulamadığı sorusunu cevaplamıyor :)
Kesinlikle MAC'in yaptığından emin olduğumuz ve kesinlikle berbat bir kapak örneği Aralık'91'deki 45. sayı kanımca.
Enflasyon hesaplayıcısı nasıl bir mantıkla çalışıyor bilmiyorum ama 64'ler'in fiyatı bugünkü fyatla 14.7 TL olamaz. Belki o zamanki paranın alım gücü bugünkü 14.7 TL'nin alım gücüne eşittir... Her şeyden önce 64'ler bütün dergiler içinde en ucuzuymuş. Levent Pekcan ortaya çıkarmıştı sanırım bunu. Aslında bu konuyla ilgili grafikli bir çalışma yapıp siteme koymak istiyorum. Güzel planlarım var, evet :D
(...) onu da 2050'de okuruz artık ;D
İyimser düşünmüşsün :D
-
MAC'in dergiyle tanışması 20. sayının hazırlıkları sırasında olmuş.
Acaba ilk yazısı hangisi. Malesef 64ler arşivimiz eksik olduğu için kontrol edemiyorum (alco, duy sesimizi artık!). 21.sayıya kadar herhangi bir Mac yazısına rastlayamadım. Fakat isimsiz makaleler mevcut. Bunların çeviri olduğunu tahmin ediyorum. Elinde 64ler arşivi tam olanlar bir bakabilir mi? hatta tarasalar da koysalar şukela olur. (perpetual, deniz ve alco'da tam set var bildiğim kadarıyla).
Kesinlikle MAC'in yaptığından emin olduğumuz ve kesinlikle berbat bir kapak örneği Aralık'91'deki 45. sayı kanımca.
Heheh aceleye gelmiş o kapak.
Bir de dergileri karıştırırken Abdurrahman Pala'nın 18.sayıda başlayan "Amiga dergisi basıma hazır", "Derginin iznini alıyoruz", "Amiga derginiz yakında elinizde" yazılarının ardından 21.sayıda "aslında dergi mergi yok, REM (http://retrojen.org/lib/mag/get.php?i=21&mag=64ler&hash=p)'i 64'lerin içine gömüverdik bitti" şeklinde konuyu kapatması süper olmuş :D Bu arada "REM" nedir ki? Açılımını bilen var mı?
Diğer taraftan "REM"de notlar hep %100, %98 falan :D c64 oynamaktan gelen yazarlar amiga görünce bütün oyunlara 100 puanı basmışlar :D
Enflasyon hesaplayıcısı nasıl bir mantıkla çalışıyor bilmiyorum ama 64'ler'in fiyatı bugünkü fyatla 14.7 TL olamaz. Belki o zamanki paranın alım gücü bugünkü 14.7 TL'nin alım gücüne eşittir...
Bilmiyorum valla, merkez bankası "tüfe" verilerine göre oranlıyor. temmuz 1992-ocak2014 20bin TL hesplattım 14.7 lira verdi bana. Bugün 15 liraya dergi var mı bilmiyorum. Karşılaştıracak başka veriler gerekiyor. mesela 1992'de ekmek fiyatı 1250 LİRA imiş. Yani 20000 lira ile 16 ekmek alınabiliyor (Bugün 75 kuruş -200gr ekmek- buna göre dergi fiyatı 12TL imiş). O zaman asgari ücret 1.449.000 TL imiş (merkez bankası tüfeye göre hesapladığında 1.066TL çıkıyor), bugün 1.071 TL. O zaman dergiler çok pahalıymış demekki. 64ler bugün satılsa 12-15TL arası olacakmış.
Mac'in açılımı; 'Murat and Carmen' mi?! Hani düğün davetiyelerinin arkasında yazdığı gibi!
Bunu 4-5 sene önce (belki daha fazla?) bir facebook grubu aracılığı ile öğrenmiştim. O ara mac halen almanyada idi. En son bilgi ingilterede olduğu yönünde. Gaddar karşılaşmış olabilir miydi acaba, hafızam yine yanıltıyor olabilir.
-
İşte saptayabildiğim kadarıyla MAC Adventure kronolojisi:
#23 - Şubat'90: 'Adventure Yardım Köşesi' açılmış. Yazarı Ertuğrul Eröz. Mektup beklediğini söylüyor.
#24 - Mart'90: Adventure Yardım Köşesi'nin yerinde yeller esiyor. Sebebi soru işareti.
#25 - Nisan'90: Dergide hem Adventure Yardım Köşesi hem de SAS (Strateji-Adventure-Simülasyon) köşesi var. AYK'nin altında MAC imzalı bir ilüstrasyon mevcut.
#26 - Mayıs'90: SAS yok, AYK var. İmzasız.
#27 - Haziran'90: Bu sefer de AYK yok ama SAS var! Altında ilk defa MAC'in imzası gözüküyor. İki ay önceki ilüstrasyon burda da mevcut.
#28 - Temmuz'90: SAS'ta ilk metal sabotaj!
#29 - Haziran'90: SAS'ın adı MAC Adventure olmuş. Ayrıca ilk "son sayfa."
...ama ilk yazısının hangisi olduğunu bilemiyorum. Muhtemelen 20 ila 23. sayılar arasında imzasız yayınlanan bir haber yazısıdır. çünkü Abdurrahman Pala ilk tanışmasında, "Eğer haberleri çevirirsen [okuduğun yabancı] dergileri alabilirsin," şeklinde bir cümle sarf etmiş.
MAC'in açılımını Facebook'a yazan kişiye madalya takmak lazım. Çok mühim bir iş başardı kendisi... Açıkçası insanların hususiyetlerinin üzerine bu kadar düşülmesini anlamıyorum. MAC'i sevip de adının anlamını zerre kadar merak etmeyen tek kişiyim herhalde. Eğer bir gün olur da kendisiyle röportaj yaparsam bu konu kesinlikle geçmeyecek. Ahanda buraya yazıyorum.
-
MAC'in açılımını Facebook'a yazan kişiye madalya takmak lazım. Çok mühim bir iş başardı kendisi... Açıkçası insanların hususiyetlerinin üzerine bu kadar düşülmesini anlamıyorum. MAC'i sevip de adının anlamını zerre kadar merak etmeyen tek kişiyim herhalde. Eğer bir gün olur da kendisiyle röportaj yaparsam bu konu kesinlikle geçmeyecek. Ahanda buraya yazıyorum.
Hahah, "Mac" takma isminin gizemi bir hususiyet değil, bir pazarlama oyunu olduğunu düşünüyorum. Mac sayısız defa kendi köşesinde açılımı tahmin etmeye çalışanlarla dalga geçip "cık, o da değil" demişti. Belkide bu sohbetler olmasa ismin gizemi üzerine kimse takılmayacaktı. "Mac" ilk başlarda benim için o dönemde filmlerde kullanılan "hey mac, hawriyu? dets a fayn görl mac!" cümlesindeki "arkadaş, dostum, leyn pezemenk bu kız kim vs." anlamındaki argo bir hitap şekli idi. Sonra okur mektuplarında bu muhabbeti okudukça bu konuda merak etmeye başladım. Yıllar sürdü bu merak, fakat derginin kapanması ile, uzun bir sevişmenin sonunda orgazm olmadan evden çıkmanız gerektiğindeki halimiz gibi kaldı herkes bence :D (herkes merak içinde kaldı demek istemiyorum, çünkü bu meraktan fazla birşey, bitirilmesi gereken görev gibiydi herkes için--bu sebepten her röportajda sormak zorunda hissediyor herkes).
Bir de "kamuya düşmek" terimi vardır basın yayında, yani insanın ünlü olması ile bağlantılı herşeyin "yayınlanmış" bir ürün olması olarak kabul edilmesi durumu. Mac'i ünlü eden şeyler her neyse (ki "mac'in açılımının gizemi" mutlaka bu ögelerden biri) hepsi kamusal alanda konuşulabilir. Eğer bir şarkıcıyı ünlü eden şey giyim tarzı ise bu konu hakkında herşeyi didik didik etmek son derece normaldir. Aynı şekilde köpeği ile olan ilişkisi de (ki 4-5 yıl önce kaybettik onu). Lakin bu pazarlanan "ürün"ün bir parçasıdır. Fakat bu Carmen'in şimdi nerde olduğu, ne iş yaptığı, o zaman aralarında ne yaptıkları bizi ilgilendirmez, hiçbir yazısında adını görmedim, Mac onu bu işe karıştırmadı (takma adı dışında).
Eğer sen bu soruyu röportajında sormazsan okuyucunu mutlu etmeyeceksin :D Ama iş artık pisleşti kabul etmek gerek (hatun mevzuları). :) Belki de bulaşmamak en iyisi.
Bir çeşit benzetme olacak ama Sedat'ta forumumuzun bir üyesi olduğu için sormak gerek, "ssg"nin açılımı da benzer bir gizem değil miydi (onu da biliyoruz artık)? Ben de bir zamanlar "apm" idim :D Gizemler birbirini kovalar :D
-
MMORPG’ler hakkında ne düşünüyorsun? Hani 300,000 kişinin beraber oynadığı sonu gelmeyen oyunlar var ya…
Geri zekâlılık olduğunu düşünüyorum. Repetitive bir şey yani o.
efsane bir yanit olmus, ellerine agzina saglik Rasim abi :)
-
Fakat bu Carmen'in şimdi nerde olduğu, ne iş yaptığı, o zaman aralarında ne yaptıkları bizi ilgilendirmez, hiçbir yazısında adını görmedim, Mac onu bu işe karıştırmadı (takma adı dışında).
Yahu olur mu, en azindan yengenin nereli oldugunu bilseydik. Murat'i felsefi acidan ne kadar etkiledigini bilseydik (Takma adina kadar girmisse bence hatundan bayagi etkilenmis olmali.)
-
MMORPG’ler hakkında ne düşünüyorsun? Hani 300,000 kişinin beraber oynadığı sonu gelmeyen oyunlar var ya…
Geri zekâlılık olduğunu düşünüyorum. Repetitive bir şey yani o.
efsane bir yanit olmus, ellerine agzina saglik Rasim abi :)
Yahu olur mu, sanki tavla, satranç vs. çok mu değişken oyunlar :D ya da R-type, green beret? Habire aynı şeyi yapıyoruz işte. Repetitive olmayan oyunlar hangileri deseniz mmoprg'leri sayabilirsiniz. Bir milyon çeşit iş var yapabileceğiniz, sınıflar var, yetenekler var, envai çeşit mekan, binlerce asset, çeşit çeşit senaryo ve çoğu günlük güncelleniyor. Eve Online'da canlı bir ekonomi, borsa falan var. Tek başına ya da 50 kişi birlikte yapman gereken, sosyal teması zorunlu kılan yapılar var. Mmprpg'de ki sorun, yapılacak işlerin çok fazla olması ve fakat bu işlerin genel olarak birbirine benzemesi. Bu da işi oyunluktan çıkarıp bir "labor" konumuna getiriyor. Sonra da siz bir işçi gibi makine başına geçip işleri yürütmeniz gerekiyor. İnsanların sorumluluk altında ezilip "repetitive lan bu" dedikleri nokta burası bence.
Yahu olur mu, en azindan yengenin nereli oldugunu bilseydik. Murat'i felsefi acidan ne kadar etkiledigini bilseydik.
"Carmen" nereli olacak yahu? olsa olsa San Diego'ludur :D
-
Mmprpg'de ki sorun, yapılacak işlerin çok fazla olması ve fakat bu işlerin genel olarak birbirine benzemesi. Bu da işi oyunluktan çıkarıp bir "labor" konumuna getiriyor. Sonra da siz bir işçi gibi makine başına geçip işleri yürütmeniz gerekiyor. İnsanların sorumluluk altında ezilip "repetitive lan bu" dedikleri nokta burası bence.
'Repetitive' olaylar da bir başka bağımlılık unsuru bu tarz oyunlarda. 2 yılı aşkın süredir android'de oynadığım AoWE'yi en az 10 kere bırakasım geldi ama başaramadım. Oynadığım server'da 1, 7 ve 8. sıradayım ve hala devam ediyorum. Hayat akışımı planlarken bu oyunu da işin içine katıyorum mutlaka. Bu oyunu oynayanlar arasındaki ortak motto şu: "F*ck you devs!"
-
Geçenlerde yeni bir terim öğrendim: grinding. Free-to-play oyunlarda karakteri para vermeden geliştirmek için, aynı bölümü/görevi bayılana kadar tekrar tekrar oynamaya deniyor(muş). İlk bakışta bir tasarım hatası gibi görünse de, aynı bölümün tekrar oynanması oyunun re-play değerini arttırdığı için geliştiricilerin de işine geliyor. Bu yıldız toplama işi filan hep grinding'i körüklemek içinmiş meğer.
MMORPG'ler aslında C-RPG'lerinin evriminin kaçınılmaz bir parçasıydı. Yeni çıkacak Ultima'da bütün rakipler gerçek oyuncu olacakmış yazılarını iştahla okuduğumu hatırlıyorum. Sonra ne olduysa bu free-to-play'larla birlikte bu duruma düştük işte. Diğer klasik türlerle beraber CRPG'ler de öldü. Meydan kof MMORPG'lere kaldı.
Konuyla ucundan alakalı 9gag linki:
7 Fun Ways To Make Your Desk Job More Like An RPG
http://9gag.com/gag/a44D6bd (http://9gag.com/gag/a44D6bd)
-
Yahu olur mu, en azindan yengenin nereli oldugunu bilseydik. Murat'i felsefi acidan ne kadar etkiledigini bilseydik (Takma adina kadar girmisse bence hatundan bayagi etkilenmis olmali.)
Sorunun cevabı Abdurrahman Pala'nın röportajında gizli:
Bir sevgilisi vardı Almanyalı, sevgilisinin peşinden Almanya'ya gitti.
-
Deniz, röportaj 10 numara olmuş. Ellerine sağlık.
Lakin; MAC, Barış Yalçınkaya, Dr. Ali Özçelik gibi birkaç ismi çıkarırsan bu dergiden geriye kötü dizgi, berbat Türkçe kullanımı ve esnaf vizyonu hariç geriye ne kalır çok merak ediyorum. Zaten bu saydığım isimleri de bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu göstermesi sınıfında değerlendirmek lazım. Onlar yanlışlıkla karışmışlar bence oraya :)
Yahu; Canım Commodore Dergisi dururken buna bakılır mı be!
-
Deniz, röportaj 10 numara olmuş. Ellerine sağlık.
Lakin; MAC, Barış Yalçınkaya, Dr. Ali Özçelik gibi birkaç ismi çıkarırsan bu dergiden geriye kötü dizgi, berbat Türkçe kullanımı ve esnaf vizyonu hariç geriye ne kalır çok merak ediyorum. Zaten bu saydığım isimleri de bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu göstermesi sınıfında değerlendirmek lazım. Onlar yanlışlıkla karışmışlar bence oraya :)
Yahu; Canım Commodore Dergisi dururken buna bakılır mı be!
Alcofribas, keşke bu veya daha düşük ayarda 3-5 dergi daha olsaydı da onlar hakkında da muhabbet edebilseydik. Arkasında Kavala Holding gibi bir güç olmadığı, alaylı bir ekibin amatör + esnaf ruhuyla bir şeyler ortaya çıkardığı aşikar, camiaya farklı bir tat kattığı ise tartışılmaz.
-
Alcofribas, keşke bu veya daha düşük ayarda 3-5 dergi daha olsaydı da onlar hakkında da muhabbet edebilseydik.
Keşke olsaydı. Buna itirazım olmaz zaten ama beraberinde de birçok kaliteli dergi de olsaydı.
alaylı bir ekibin amatör + esnaf ruhuyla bir şeyler ortaya çıkardığı aşikar, camiaya farklı bir tat kattığı ise tartışılmaz.
Buna da itirazım yok. Kesinlikle bir tat.
Arkasında Kavala Holding gibi bir güç olmadığı,
İşte buna itirazım çok! Kavala Holding ile 'salt parasal desteği' kastettiğini düşünerek fikirlerimi söylüyorum. Para herşey demek değil. Çok şey olduğu muhakkak ama herşey değil :) Buna bir itirazın olacağını sanmıyorum.
Mesele; vizyon, gusto, standartlar, kültür ve hamur meselesi ekseninde dönüyor bence. Bunlar için para şart mı peki? Yüzde yüz şart değil ama olursa katkısı olacağını da inkar etmek mümkün değil. Peki sonuç olarak, bunlar olmayınca ne oluyor dersen; Toki binaları, arnavut kaldırımları söküp yerine yapılmış granit kaldırımlar, 64ler dergisi, estetik yoksunu devasa kuleler minvalinde şeyler çıkıyor ortaya... Diyeceksin ki; yahu bu 64ler meselesini de memleketin ahval ve şeriatine bağlandın ya! Bağlarım çünkü bu memleketin "nitelik mi yoksa nicelik mi" sorusuna her daim "nicelik" yanıtı vermekten dolayı çok çektiğini ve dahi çok kaybettiğini düşünüyorum. Ha tüm bunların kökeni de eğitime dayanıyor. Buraya kadar olan kısım, konuya genel bakış açımdı.
64ler özelinde ise;
1- Yahu kendi anadilini düzgün kullanamayan editörden hayır mı gelir o dergiye. Bunun için Kavala Holding mi lazım?
2- Üstelik bu beyefendi bir de basın yayın dünyasında hala daha
3- Dergiyi bedava vermiyorlardı. Alaylı olmaları önemli ama alaylı olanlar yazar tayfası çocuklar.
4- Hadi ilk birkaç sayıda dizgi mizgi meseleleri sıkıntılıydı diyelim. Peki sonrası? Yanlış hatırlamıyorsam, ancak 31. sayıdan sonra gözle görülür şekilde düzeliyordu.
Yani diyeceğim o ki; bazı şeyleri yapmak için Kavala Holding'e ihtiyaç yok. Ben eğer dersem ki "Commodore Dergisi'nin kağıdı çok güzeldi", o zaman Kavala Holding yaklaşımını kabul ederim. Elbette ki kağıt kalitesi öncelikle parayı gerektirir. Sonuç olarak; kağıt konusunda zaten böyle birşey demem çünkü benim için en güzel dergiler Eğitimde Bilgisayar, Mikroprogram ve Elo idi. Yani saman kağıdının bir tık iyisi :)
Özünde beni isyana sevkeden ne biliyor musun? Memleketin gitgide daha fazla derecede vasatlığın krallığı olması ve vasatlığın sürekli taltif edilmesi. Ama elbette, senin 64ler bağlamındaki yaklaşımının, yaşlılıktan mütevellit daha romantik bir bakış açısı olduğunun da farkındayım :D
-
@Alcofribas
Kavala Holding'e sadece finansal destek (kağıt ve baskı kalitesi vb) olarak bakman yanlış olmuş. Adamlar Commodore distribütörlüğünü kurumsal olarak ele almışlardı ve bunun önemli bir ayağının da yayıncılık olduğunun bilincindeydiler. Başlangıçta bir 'hardcore 8-bit'çi olarak çok da hoşuma gitmeyen bir sürü başlığın (compu-hobi, astroloji vb) bu dergiye kattığı zenginliği de yıllar sonra algılayabildim.
Dergide kalite benim için de çok önemliydi. Bu nedenle yıllarca 64'ler dergisini satın almadım, ama keşke satın alsam ve o dergiyi de bir Commodore, Amiga Dünyası, Atari ve Eğitimde Bilgisayar dergileri kadar irdeleseymişim.
Bu arada kalitedeki düşüş tespitinin sadece ülkemiz için değil de tüm dünyada kapitalist sistemin geldiği noktanın bir yansıması olduğunun farkında olmalısın.
Yaşlandık ama ölmedik be Alcofribas, ama sen bana göre biraz daha katısın ;)
-
Adamlar Commodore distribütörlüğünü kurumsal olarak ele almışlardı ve bunun önemli bir ayağının da yayıncılık olduğunun bilincindeydiler.
Bence bunun devamında Osman Babaoğlu gibi sağlam bir ismi dergiye editör yapmış olmaları da önemli. Yanlış bilmiyorsam Alman ekolünden geliyordu ve bunun sonucunda da dergide herşey yerli yerindeydi. Dil, mizanpaj, kapaklar... Ah o kapaklar! Abicim sevabına bir tanesi de dandik olsun be! Hepsi birbirinden enfes! Yahu Türkiye'de kaç tane dergi Karikatürcüler Derneği ile anlaşıp da onlara kapaklarını yaptırtır.
Başlangıçta bir 'hardcore 8-bit'çi olarak çok da hoşuma gitmeyen bir sürü başlığın (compu-hobi, astroloji vb) bu dergiye kattığı zenginliği de yıllar sonra algılayabildim.
İşte aradan bir o kadar sene daha geçtikten sonra da "yahu biz 64ler e gereksiz önemsiz vermişiz be" diyebilirsin :)
Dergide kalite benim için de çok önemliydi. Bu nedenle yıllarca 64'ler dergisini satın almadım, ama keşke satın alsam ve o dergiyi de bir Commodore, Amiga Dünyası, Atari ve Eğitimde Bilgisayar dergileri kadar irdeleseymişim.
Valla bunları söylüyorum ama ben Commodore camiasından bile değilim :) Fakat 64ler'i de Commodore'u da alıyordum. Sanırım birkaç kelam etmeye de hakkım var diye düşünüyorum :)
Bu arada kalitedeki düşüş tespitinin sadece ülkemiz için değil de tüm dünyada kapitalist sistemin geldiği noktanın bir yansıması olduğunun farkında olmalısın.
Elbette farkıındayım. Lakin; her koyun kendi bacağından asılırı da biliyorum.
Yaşlandık ama ölmedik be Alcofribas, ama sen bana göre biraz daha katısın ;)
Valla büyücühekimim, ne tavsiye edersin? Ben internetten araştırdım(eğer bir hekimi çıldırtmak istiyorsan "ben internetten araştırdım" diye başlayacaksın cümleye :D ) ve güne bir doz passiflora ile başlamaya karar verdim. Bu memlekette bu şart!
-
Deniz, röportaj 10 numara olmuş. Ellerine sağlık.
Teşekkürler. Lakin her yaptığım röportajda sonradan birtakım eksiklikler fark ediyorum. Bunları bir sonrakinde düzeltmeye/geliştirmeye çalışıyorum. Yani bu röportajımı on numara olarak değerlendirmezdim, ama beğendiğinizi görmek güzel.
Lakin; MAC, Barış Yalçınkaya, Dr. Ali Özçelik gibi birkaç ismi çıkarırsan bu dergiden geriye kötü dizgi, berbat Türkçe kullanımı ve esnaf vizyonu hariç geriye ne kalır çok merak ediyorum. Zaten bu saydığım isimleri de bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu göstermesi sınıfında değerlendirmek lazım. Onlar yanlışlıkla karışmışlar bence oraya :)
Yahu; Canım Commodore Dergisi dururken buna bakılır mı be!
64'ler her ne kadar ilk görünüşte isim ve tasarım olarak malum bir Alman dergisini anımsatsa da aslında son derece Türkiye’ye özgü ve enteresan bir dergi. Commodore dergisinin sunum kalitesi bugün bile yakalaması zor yükseklikte bir çıta olarak dururken, 64’ler bilgisayar dergiciliğinde çok daha farklı bir şeyi, hedef kitlesiyle bütünleşmeyi başarıyor. Açıkçası Abdurrahman Pala’nın ‘çocuklar için çocuklar tarafından’ dergi hazırlamasının röportajında dediği gibi bilinçli yapılan bir şey olup olmadığını bilmiyorum, ama sonuç itibariyle bunun başlı başına bir araştırma konusu olması gerektiğini düşünüyorum. Abdurrahman Pala ile yaptığım röportajda sorduğum sorulardan birinin (“Sizce 64’ler Türkiye’de oyun dergiciliğinin şeklini mi belirledi?” sorusunun) içini pek açamamıştım, ama bana göre o röportajın en önemli sorularından biriydi. 64’ler kendinden sonraki dergileri anlayabilmek için kesinlikle iyi incelenmesi gereken bir dergi.
Arkasında Kavala Holding gibi bir güç olmadığı, (…)
64’ler’in arkasında bu kadar büyük bir maddi güç olmadığı kesin ama bir GameShow da değil. Anlattığına göre Abdurrahman Pala diğer işlerinden kazandığı paranın bir kısmını aktararak derginin daha uzun süre yaşamasına olanak sağlamış. Şöyle diyor:
"(…) benim o zaman reklam işlerim vardı, Beko ve Arçelik’in reklamını yapıyordum. Ordan gelen parayı bunun finansına kullanıyordum. Yani başka şirketimden kazandığım parayı da dergiye yatırıyordum. Bir mali kaynağımız vardı. Onun için dergi uzun süre yaşadı. Yoksa bu dergi ikinci üçüncü senesinde batardı zaten."
Özünde beni isyana sevkeden ne biliyor musun? Memleketin gitgide daha fazla derecede vasatlığın krallığı olması ve vasatlığın sürekli taltif edilmesi.
Anlatmak istediğin şeyi çok iyi anlıyorum. Ama öte yandan 64’ler’i diğer vasatlıklarla aynı sınıfta yargılamak bence biraz insafsızlık olur. Çünkü (her ne kadar başlarda öyle görünse de) ben her zaman 64’ler’in kendini geliştirmek ve üzerine yapışan amatör görüntüsünden kurtulmak isteyen bir dergi olduğunu düşündüm. Lakin buna zamanı olmadı. Eğer 1992’de batmayıp uzun yıllar daha yaşayabilseydi o yazar çocuklar büyüyecek, kendilerini geliştirecek ve profesyonelliği öğrenip dergiye çok daha ciddi katkılar yapabileceklerdi. MAC’in sayfa tasarımı işini üstlenip dergiye bir çeki düzen vermesi bunun erken bir örneği bence. Belki iyimser veya duygusal düşündüğümü söyleyebilirsin ama fikrim bu yönde.
Bence bunun devamında Osman Babaoğlu gibi sağlam bir ismi dergiye editör yapmış olmaları da önemli.
Osman Babaoğlu’nun Commodore dergisindeki rolünü çok merak ediyorum. Gerçekten dediğin gibi derginin yayını üzerinde doğrudan etkisi olan profesyonel anlamda bir editör müydü, yoksa Tunç Dindaş’ın dediği gibi çoğunlukla bir imzadan mı ibaretti bilmiyorum. Commodore dergisi şu an itibariyle benim için bir muamma olmayı sürdürüyor ve bu sırrı aydınlatmadan önce iyi bir ön araştırma yapmam gerekecek.
-
Ah o kapaklar! Abicim sevabına bir tanesi de dandik olsun be! Hepsi birbirinden enfes!
Bunu yazmayı unutmuşum... 75, 76 ve 77. sayılarında (Mayıs-Temmuz'92) Commodore dergisi karikatürlü kapaktan fotoğraflı kapağa geçiyor. Bu, karikatürcüler ile yaptıkları anlaşma sona erdiği için mi, yoksa dergide görsel bir değişiklik yapma ihtiyacından dolayı mı bilmiyorum. Ancak son iki sayıda kapak tasarımı tekrar değişiyor (iyi yönde değil) ve son iki sayı alıştığımız Commodore dergisi kapaklarına yakışmayan tuhaf bir kolaj ile çıkarılıyor. İtiraf etmek gerekirse 1992 yılındaki kapaklara bakarak derginin ve Teleteknik'in o yılki ekonomik gidişatına dair çıkarımlar yapılıp yapılamayacağı, uzun süre Commodore dergisi deyince aklıma gelen şeylerden biri olmuştur.
-
...
İtiraf etmek gerekirse 1992 yılındaki kapaklara bakarak derginin ve Teleteknik'in o yılki ekonomik gidişatına dair çıkarımlar yapılıp yapılamayacağı, uzun süre Commodore dergisi deyince aklıma gelen şeylerden biri olmuştur.
Sadece kapaklara bakarak bu varsayımı yapmamak gerek. Sayı 75'den itibaren karitkatürcülerle ilişiği kestikleri aşikar. Çünkü 78-79 sayılarda da eski kapaklardan kolaj yapmışlar. Hele sayı 78 sanki 64'ler kapağı. Bence burada ciddi bir nakit ve eleman sıkıntısı da çekmiş dergi ve sonunda fişi çekmiş.
Bunları düşününce derginin fiyatını açıklamak çok kolay.
Bu durumda:
Ekim 88:
64'ler: 2000 TL
Atari: 3000 TL
Commodore: 3000 TL
Sizin Amstrad: 3500 TL
64'ler neredeyse yarı fiyat.
Lakin; MAC, Barış Yalçınkaya, Dr. Ali Özçelik gibi birkaç ismi çıkarırsan bu dergiden geriye kötü dizgi, berbat Türkçe kullanımı ve esnaf vizyonu hariç geriye ne kalır çok merak ediyorum. Zaten bu saydığım isimleri de bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu göstermesi sınıfında değerlendirmek lazım. Onlar yanlışlıkla karışmışlar bence oraya :)
Ben öyle düşünmüyorum, o zaman okuyucunun talep ettiği şeyden daha fazlası vardı. Biraz hedef kitle meselesi. 64'lerin ise 10-14 yaş aralığını hedeflediğini, Commodore deginin daha yüksek yaşları hedeflediğini düşünüyorum, bu sebepten 64'ler "okuyucusu" zaten pek de okuyucu sayılmaz. Resimlerine falan bakıyoduk derginin. Kesip kasetlerin içine koyardım resimleri falan :P Heheh.
-
Oldum olası commodore dergilerinin kapakları beni çekmiştir.Derginin kapaklarını ilk sayılarda olmasa bile yine erken sayılardan itibaren Emre senan adlı kişi yapıyormuş.Dergi kapandıktan sonra Bir daha ortalarda hiç görünmedi.
-
Aslında tam tersi. Emre Senan'ın afişlerini, albüm kapağı tasarımlarını yıllardır görüyoruz. Kendisi ünlü bir grafikerdir. Hatta uslu bir çocuk olursanız belki sitemde bir gün onun röportajını da okuyabilirsiniz ;)