Gönderen Konu: Taş ve parşömenden süper bilgisayara: Veriler nasıl korunur?  (Okunma sayısı 2716 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gibraltar

  • Retro Meraklısı
  • ***
  • İleti: 159
Ynt: Taş ve parşömenden süper bilgisayara: Veriler nasıl korunur?
« Yanıtla #15 : 07 Ağustos 2020, 04:09:41 »
Bu pandemi, daha öncesinde nükleer santral felaketleri, atom bombasına falan bakarsak "bilme işinde" daha emekleme aşamasında bile değiliz.

İnsanevladı; bildiklerini abartmakta, bilmediğinin üzerine bir şeyler bina etmekte mahirdir. Tanrılar, dinler ve ırkların varoluş efsaneleri bu bilmediklerimizin üzerine imal ettiğimiz şeylerle dolu. Okuması zevkli olabilen, edebi yanı kuvvetli büyüklere masallar...

Maalesef bildiğimizi abartmaktaki maharetimiz de bizi aşırı anlam yüklenmiş şeyleri hakikat sanmaya sürüklüyor. Ki bildiğimizi sanıp hakikat diye sarıldığımız şeylerin aslında eksik bilgiyle yanlış düşünülmüş olduğunu fark edip en fazla on sene içinde terk etmekle ünlüyüz. Dünyanın örtük, açık veya bireysel, tüzel bilim tarihi bunlarla dolu.

Evrenin neden var olduğunu, insanın benliğinin farkına nasıl vardığını bilmiyoruz. Ve ne yaparsak yapalım bir noktada yok olacağımız en azından şimdilik bir gerçeklik olarak karşımızda. Ama her şey hakkında hiç bir şey bilmediğimiz de ortada değil mi? Üstelik cebinde paran ya da zamanın olduğu sürece pek çok zevk, hala zevk olarak oralarda bir yerlerde. Yukarıdaki karanlık ve soğuk gerçeklerin zevkleri öldüremeyişi ve bizi ömür boyu sürecek bir depresyona sokamayışı acayip değil mi? (İstisnalar kaideyi bozmaz.) Beyin neden varoluş savaşı veriyor, ölecek olmamıza rağmen neden bir denge kurabiliyoruz. Elbette canlılığın temeli bu, ama kendini bilen ve varlığını sorgulayan insan eninde sonunda neden fişini çekmiyor da sonuna kadar yaşamak gayretinde. (İstisnalar kaideyi burada da bozamaz)
Demek ki aslında ölüm ve yaşam mevzularında da anlayamadığımız şey çok.

Şimdi aklı başında kafası çalışan bir sürü adamın bir simülatörde yaşadığımızı düşündüğünü, yine bir sürü adamın sonsuz sayıda evrenlerin birinin içinde olduğumuzu düşündüğünü, insanların çok büyük bir bölümünün de "bir yaratıcı varlık" tarafından yokluktan imal edildiğimize inandığını söylesem kimse yadırgamaz. Değil mi? Yadırgamaz, çünkü aslında hangisinin gerçek veya gülünç olduğunu bilmiyoruz, her şey olası. (bir yaratıcı varlık = liseye giden yeni yetme uzaylı genç. tam da ben bu satırları yazarken sevgilisine yarattığı evreni gösteriyor)

Her şeyin olası olduğu ve hakkında hiç bir şey bilmediğimiz bir evrende karamsarlığa kapılmak için çevresel faktörlerin berbat olması dışında bir neden görmüyorum. ("çevresel faktörler" kısmını ülkeniz, cumhurbaşkanınız, covid-19, hava kirliliği, az önce sopa yemiş olmanız, sevgilinizin terk etmesi gibi şeylerle doldurabilirsiniz.)
Bilgehan Korkmaz

Çevrimdışı 68k

  • Tedavideki Retromanik
  • ****
  • İleti: 269
Ynt: Taş ve parşömenden süper bilgisayara: Veriler nasıl korunur?
« Yanıtla #16 : 07 Ağustos 2020, 18:38:00 »
68k, sana karşı cepheden bir cevap veriyormuşum gibi algılama lütfen. "existensiyalist kriz" deyince uzun süredir kafamda duran şeyleri yazayım dedim.  8)

Son zamanlarda insanlık, bilim, bilim adamı mevzularında biraz hayal kırıklığı yaşasam da evrenin büyüklüğü, insanın cücük kadar oluşu gerçeği karşısında çaresiz, aciz canlılar olduğumuzu kabul etmek bana pek mantıklı gelmiyor. Bir zamanlar Carl Sagan abimizin "soluk mavi nokta" tribi vardı. İyi abi doğru söylüyorsun biz hiç bir şey değiliz, herşeyi bırakıp bu gerçek karşısında tespih mi çekelim? Uzayda zihnimizin ürünlerini, kavgalarımızı, çıkarlarımızı yani insana dair şeylerimizin tümünü değerlendirecek olan yine sadece biziz ve kendi içimizde yaşadığımız kavga da bu yüzden önemli ve gerçek. Ha Carl abinin maksadı belki de "yahu birbirimizi kırmayalım şu üç günlük dünya malı için" gibi bir şeydi de Ameikalı bir astronom olarak ancak bunu diyebildi.

Nihilizme, yeni yetme filozofların henüz fark ettiği bin yıllık ontolojik sorunlardan şimdi yaptığı çiğ "her şey yalan yaa" aforizmalarınaa ve boş vermişliğe tahammülüm yok. Tahammülsüzlüğümün nesnel, rasyonel bir nedeni yok. Varoluş krizine çare bulmuş değilim, orada öylece duruyor elbette. Ben bu tip kavrayışlardan sıkılıyorum.
 Mücadele, ölümü bile bile yaşamaya gayret edip bir şeylerden mutlu olma, başarmanın verdiği hisler ve belki gerekirse başkalarının iyiliği, sevgisi için ter dökme gibi şeyler varken gerçekten çok sıkıcı geliyor bana bu "uzay büyük, yaşamlarımızın zerre ehemmiyeti yok" düşüncesi. Sanki bu lafı diyen insan sabah kalktığında uzayı, evrenin sonsuzluğu ve ille de bir sonun varlığı karşısında depresyona girip yatak döşek yatıyor. Bu hipotezin pratikte karşılığı yok ya da çok nadir.

Aşağıya daha taze ve renkli bir video bırakayım:

https://www.youtube.com/watch?v=rhFK5_Nx9xY

Yok anladım ben zaten nihilist filan da değilim ve o videoyu da salt fiziksel bağlamda etkileyici olduğu için vermiştim, şahsen evrenin bu kadar uzun ömürlü olduğunu veya öyle varsayıldığını bilmiyordum. Dolayısıyla amacım tırt bir nihilizm yapmak değildi, onu benzer şekilde nacizane felsefî yorumumu şimdi yapayım madem: ben de bu sizin alıntıda kırmızı yaptığım tarz romantizme pek meyyal değilim. Benim felsefeme göre (daha materyalist bir kavrayış olsa gerek) anlam denen mefhum bizden bağımsız evrene içkin bir varlık mı (matematik felsefesine veya idealar dünyası tipi soyut varlıkları da inceleyen filozofların saçma dünyasına benzer şekilde) yoksa bizim algımızın ürettiği insan merkezli bir sanrı mı? Bütün mevzu bundan ibaret. Eğer bizim ürettiğimiz bir mevzu ise rastgele, düzensiz, amorf bir tümörle (evlerden ırak) bizlerin arasında hiçbir fark yok, biz olduğunu sanıyoruz. Ama anlam varsa ve o tümör anlamsızken bizim anlamlı yaradılışımızın rastgele olamayacağı gerçeği karşısında hemen namaza başlardım. Ama bence bizim dışımızda anlam diye bir şey yok. Aynen matematiğin de olmaması gibi, ben içinde bulunduğum varlığı böyle "seziyorum", böyle olduğunu sanıyorum.

Alıntı
Şimdi aklı başında kafası çalışan bir sürü adamın bir simülatörde yaşadığımızı düşündüğünü, yine bir sürü adamın sonsuz sayıda evrenlerin birinin içinde olduğumuzu düşündüğünü, insanların çok büyük bir bölümünün de "bir yaratıcı varlık" tarafından yokluktan imal edildiğimize inandığını söylesem kimse yadırgamaz. Değil mi? Yadırgamaz, çünkü aslında hangisinin gerçek veya gülünç olduğunu bilmiyoruz, her şey olası. (bir yaratıcı varlık = liseye giden yeni yetme uzaylı genç. tam da ben bu satırları yazarken sevgilisine yarattığı evreni gösteriyor)
Bu konularda yazıp çizen inanılmaz bir adam var: David Deutsch. Jim Holt'un aşağıda linkini verdiğim kitabında varlığından haberdar olduğum acayip bir adam. Onu da aşağı atıyorum.

https://www.idefix.com/Kitap/Dunya-Neden-Var/Bilim/Populer-Bilim/urunno=0000000444834
https://en.wikipedia.org/wiki/David_Deutsch